25 Nisan 2009 Cumartesi

Yine Yeşillendi…

Yok yok geç kalmış bir bahar yazısı yazmak değil niyetim. Hiç de öyle yaşasın kuşlar, çiçekler, böcükler, yeşiller havasında değilim…

Cuma gününden çamaşırları yıkayayım, cumartesi-pazar başım selamet olsun demiştim… Renkliler çabuk yıkanır önce onlar çıksın aradan…
Maviler, pembeler, turuncular… hepsi daha önce test edilip onaylanmış zararsız renkliler… bir de büyük kuzunun ilk kez yıkanan yeşil kot benzeri bir pantolonu…
Evden çıkmaya, hafta sonu etkinliklerine başlamaya az kalmış, renklileri makinadan çıkardıktan sonra beyazları bir kez döndürüp kapatacağım makinayı, devamı gece eve gelince…

Lakin oturma odasındaki hesap banyoya uymazmış meğer!

Makinayı bir açtım ki aman da amannn! İçersi bir yeşermiş bir yeşermiş görmeyin! Moralim şöyle bir sarsılmadı değil ama neyse canım bakacağız bir çaresine deyip ayırdım çok yeşermeyenleri ve hassasça olanları. Kalan birkaç parçayı da -son bir zeka fışkırması sonucu(!)- beyazlarla birlikte attım makinaya. Hesapta 60-70 derecede yeşillerini akıtacak, pir-u pak olup çıkacaklar… çok değil on beş dakika sonra makinanın camından baktığımda ne göreyim!!! Beyazlarım!!! Daha doğrusu yeşillerimmm :(((

Tebrik ediyorum kendimi, beş kilogram ağırlığında nur topu gibi yeşillerim olmuş!

İşte buna moral dayanmaz:( Ağlamak istiyorum:(

Ve ben şu tatlı cumartesi gecesinde… hafta sonumu selamet geçirmeme engel gördüğüm bir makina çamaşırla uzuuunn saatlerdir uğraşıyorum. Bir daha yıka, yok olmamış, o ağartıcıyı ekle, bilmem ne suyu dök; cıkkk! Suya bas, bir daha yıka, ı ıhh !!! Ne yeşilmiş mübarek, pes !

Bir yandan dalgınlığıma, tedbirsizliğime söyleniyorum bir yandan da işin felsefesine kayıyor aklım, yazılması gereken yazı beklemekte ya :)

Yaa işte gördün mü hanım?!
Bir kötü, bulaşık huylu vatandaş karıştı mı masumcukların arasına, işleyiverir hepsinin içine… Sonra uğraş ki temizleyesin bulaşanı… Temizlemek kolay değil, ya bir miktar bulaşık kalmasına ya da bir miktar yıpranmasına göz yumacaksın. Başka yolu yok!

Allah hepimizi bulaşık insanlardan, bulaşık düşüncelerden korusun :)

Gülmece :)
“Dalgınlık” ile ilgili görselleri arattığımda karşıma ilk çıkan neydi bakın :)))

18 Nisan 2009 Cumartesi

KARAR VERMEDEN ÖNCE!

Bu hafta köşemi, ilk kez Mustafa Ulusoy’un “Ay Terapisi” adlı kitabında rastladığım bir öyküye bırakıyorum…

Aslında pek meşhur olduğunu sonradan öğrendiğim bu öykü bilmeyenlere anlatılmış, bilenlere hatırlatılmış olsun :)

Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’nun zamanında geçiyor..

Bir zamanlar, Çin’in bir köyünde yaşlı bir adam varmış. Çok da fakir... Ama kral bile onu kıskanırmış. Zira, öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... Kral at için ihtiyara önemli bir para teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış.
‘Bu at, bir at değil benim için. Bir dost... İnsan dostunu satar mı hiç?’ dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at ortalarda yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
‘Ah ihtiyar ah! Bu atı sana bırakmayacakları belliydi. Keşke krala satsaydın; ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın’ demişler..
İhtiyar ‘Karar vermek için acele etmeyin’ demiş... Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolmasının benim için hayır mı yoksa şer mi olduğunu ancak Allah bilir. Arkasının nasıl geleceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Allah hayırdan şer, şerden hayır, karanlıktan aydınlık, aydınlıktan karanlık çıkarır. Allah’tan bu durumu benim için hayırlı kılmasını diliyorum.’

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.

Aradan on beş gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki on iki yabani atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.
‘Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var’ demişler.
İhtiyar çok sakinmiş. Her daim şükür içindeymiş.
‘Karar vermek için gene acele ediyorsunuz’ demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç... Arkasının nasıl geleceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Allah hayırdan şer, şerden hayır, karanlıktan aydınlık, aydınlıktan karanlık çıkarır. Ben bunu benim için hayırlı kılması için Allah’a dua ediyorum.

Köylüler, içlerinden ‘Bu ne garip bir ihtiyar. Açık açık kazançlı olduğu halde, hâlâ Allah’a bu durumu hayırlı kılması için dua ediyor. Duayla kafayı bozmuş!’ diye geçirmişler...

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara. ‘Bir kez daha haklı çıktın’ demişler. ‘Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.’
İhtiyar ‘Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz’ diye cevap vermiş. ‘O kadar acele etmeyin. Oğlumun bacağı kırıldı. Görünürdeki gerçek bu. Bana eskisinden daha fakir, daha zavallı olacağımı söylemeniz ise bir düşünce hastalığı. Yaratıcı hayatı küçük parçalar halinde yollar bize. Sonra ne olacağını mutlaka O bilir. Mutlak bilgi O’nun elindedir. Allah hayırdan şer, şerden hayır, karanlıktan aydınlık, aydınlıktan karanlık çıkarır. Ben Allah’a bunu benim için hayırlı kılması için dua edeceğim...

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir orduyla Çin’e saldırmışlar. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köylüler, yine ihtiyara gelmişler. ‘Gene haklı olduğun kanıtlandı’ demişler. ‘Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, büyük bir kısmetmiş meğer.’
‘Siz erken karar vermeye devam edin’ demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilebildiğimiz bir gerçek var: Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin hayır, hangisinin şer olduğunu ancak Allah biliyor. Allah hayırdan şer, şerden hayır, karanlıktan aydınlık, aydınlıktan karanlık çıkarır. Her birimizin yaşadığının hayır olması için Allah’a dua edeceğim.”

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlıyor: "Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

9 Nisan 2009 Perşembe

SEKİZ


Sen şimdi 8 oldun…
Sekiz dopdolu yaşı doldurdun…
Bu kocaman çocuğun annesi olduğuma inanmak zor geliyor çoğu zaman.

Haftalardır sana doğum gününde hediye edeceğim oyuncağı seçmeye çalışıyorum… Halbuki çok iyi biliyorum yıllar sonra aldığın oyuncakların neredeyse hiçbirini hatırlamayacaksın…

Ama olsun, en iyisi hep senin olsun:)

Evet oyuncaklar unutulur belki ama gülüş cümbüş oynanan oyunlar, sıcak dokunuşlar, neşeli gülüşler, tatlı sözler, yürekten yazılmış satırlar ömür boyu kalır…

İşte tam da bu yüzden; tüm doğum günü neşelerin yanına kalsın diye yazıyorum sana ben her yıl… Gelecek ne getirir bilinmez oğlum, yaşadığın güzellikler yanına kalsın istiyorum…. Ne kadar çok sevildiğini, önemsendiğini unutmayasın diye anlatıyorum… -Ki inan bana oğlum, insan unutuyor…

Anne olmak milattır herkes için belki ama benim için çok keskin o miladın öncesini-sonrasını ayıran hatlar…

Senden öncesi ve sonrası… İlk ben, şimdiki ben… Sana kadar olan, seninle doğan…

İnsan ilk çocuğuyla birlikte doğuruyor anneliği… Birlikte büyütüyor ikisini… İlk çocuk o yüzden annesinin çocuğu, anneliğin annesi oluyor…

Sen de benim ilkimsin… Anneliğimin elinden tutan, büyütensin…

İyi ki doğdun oğlum, kuzum, yavrum, güzel yüzlüm…
İyi ki anne oldum…
İyi ki senin annen oldum…
Ve… Anneliğimin annesi iyi ki sen oldun…

Bahtın açık, ömrünü hayırlı, huzurlu, sağlıklı, bereketli olsun… İlim, ahlak, iman, akıl, izan, merhamet, adalet, muhabbet hep seninle olsun canım oğlum…

Sevgi, Dua ve Şükürle…