28 Şubat 2009 Cumartesi

Zor Dostum Zor

Anne olmak zor…

Dokuz ay taşımak, canını ortaya koyup doğurmak, canından can çıkarmak…
Yedirmek, içirmek, giydirmek…
Uykusuz kalmak, yorgun düşmek…
Eve kapanmak, yeni bir hayata başlamak…
Ödev yapmak, okuma yazmayı, matematiği, hayat bilgisini yeniden öğrenmek…
Bir oturuşta tabağındaki yemeği bitirememek, soğumuş çaya, kahveye alışmak…
Sabahtan akşama, akşamdan sabaha koşturup durmak…
Bu hengamede eş, evlat, arkadaş, komşu olmayı unutmak…
Kırk günü, altı ayı, bir yaşı, ilk dişi, ilk adımı, ilk lafı, okul çağını kovalarken hayattan kovalanmak…

DEĞİL!

Yavrunu canı yanarken görmek…
Mesela ateşler içinde yatarken, bir yeri kanarken…

Ağlaya ağlaya bitkin düşüp uyumuşsa mesela, başucundan dakikalarca ayrılamamak, avuçlarını, ayaklarını öpüp koklamak, hep gülmesini dilemek…

Yüzünde keder, bakışında eziklik hissetmek…
Gözünden sakınmak…
O bir ahh dese tir tir titremek…

Annem deyişine kurban olmak…
Bir gülüşüne, bir öpüşüne dünyaları vermek…
Allah’tan başka hiçbir şey dilememek…
Kendin için dua etmeyi unutmak…

Çok sevmek…
Her şeyden çok…
Çok sevilsin, incitilmesin istemek…
Mümkün olmadığını bilmek…

Pamuklara sarmalamak, sarmak…
Kanatlarının altından çıkmasına dayanamamak…
Kanatlarının altından uzaklaştıkça yaralandığını, berelendiğini görmek, bilmek…
Büyüdükçe, kanatlar altına sığamaz oldukça koruyamamak…

Kötülükleri kovamamak…
Kötülükleri bırak, kabalıkları bile kovamamak…
Düşüncesizlikten, merhametsizlikten, anlayışsızlıktan kaçıramamak…
Çok zor…

Anne olmak zor…

Bir kere anne oldun mu yürek çarpıntısından kurtulmak yok…

21 Şubat 2009 Cumartesi

Ah O Şarkı…


Yıllar yıllar önce, 1994 kışında, ben büyükçe bir çocuk ya da küçükçe bir genç kız olduğum zamanlarda, dünyanın merkezindeyken ben ve o dünyanın tüm yükünü omuzlarımda taşıdığımı zannederken yani, yine çok soğuk bir gecenin geç saatlerinde… Yorganımın altında tek kulaklıkla radyo dinlerken duydum o şarkıyı ilk kez…

Hemen diğer kulaklığı da takıp sesi sonuna kadar açtım telaşla, Türkçe yayın yapan bir radyo(cu)nun bir defalık İngilizce bir şarkı yayınlayıveresi tutmuştu…

Sözlerinin çoğunu anlamadım, anladıklarımın da anlamını bilmiyordum zaten:) Ama şarkı beni tarifi güç, şiddetli ama bir yandan da coşkulu bir hüzne boyadı.

O güzelim şarkı bitip gittiğinde ne adını biliyordum, ne sözlerini, ne söyleyenini.

Melodisi haftalarca dilimde kaldı, hatırlayabildiğim bir iki kelimesi de günler içinde silinip gitti hafızamdan, ama ben şarkıyı haftalarca nııınınnıınıınııınıııııı şeklinde mırıldanıp durdum ve sonunda ümitsizce peşini bıraktım.

Sonra…

Tam 9 yıl sonra, ben tam da “genç” denecek yaşta bir genç, küçük sayılabilecek bir anne olmuşken… Yine soğuk bir gece, ama bu sefer erkence bir saatte çok sevdiğim bir dizinin çok hüzünlü bir bölümünde duydum o şarkıyı. Sesini açtım yine açabildiğim kadar, yine aynı deli hüzün sardı her yanımı…

Ve bitti, bitti ve yine gitti şarkım.

O zaman elimin altında sevgili google yok tabi, desem ki yazayım iki kelimesini bulayım yedi silsilesini :) Hafızamdan silinene kadar mırıldandım yine günlerce nııınınnıınıınııınıııııı şeklinde :)

Ve çok sonra…

Bu gece 2009’un Şubat’ı, cumayı cumartesiye bağlayan gecenin sabaha yakın zamanı…

Uyumak için çok geç, uyanmak içinse erken saatlerde…

Ben artık büyükçe bir genç, iki çocuklu, tam kıvamında bir anne olmuşum… Havada kar kokusu, soğuk yine, hem de bıçak gibi…

Oturmuşum masama, rahmetli monitörümün yeri günlerce boş kaldıktan sonra yenisi gelmiş, karşılıklı bakışıyoruz, alışıyoruz… Bir de kulaklık edinmişim ne zamandır istediğim… Sevdiğim şarkılar kulağımda, ilham efendiye rastlamayı umuyorum bir yandan…

Şarkılar el ele tutuşturuyor hüzünle kelimeleri;hüzünlü seslerle gecenin sessizliğini… Yazımı yazmak için bir dosya açıyorum…

Derken o şarkı düşüyor aklıma aniden… Sihir gibi, gelip biri kulağıma fısıldamış gibi…

Take me back to my boat on the river…

Kaçıp gidecek diye korkuyorum, telaşla yazıyorum cümleyi dinlediğim müzik sitesinin arama motoruna…

Ve alkışlarla başlıyor… Törenle buluşuyoruz sanki:) Kulaklığı iyice bastırıyorum kulaklarıma…

Bir yandan dinliyorum bir yandan içerime tekrar dolan o tanıdık hüznü çözmek istiyorum artık…

E çok şükür aslanlar gibi google da var artık, yazıyorum ve öğreniyorum yedi silsilesini:) Seksenli yılların pek bir meşhuru olduğunu, Styx efendilerin hiti olduğunu, tüm zamanların en nahif şarkılarından sayıldığını, dünyadan haberim olmadığını falan bir kenara bırakıyorum:)

Çok merak ettiğim sözlerini okuyunca…

…And I wont cry out anymore

Vay canına! Diyorum sadece…


Müzik hakikaten evrensel bir dilmiş iyi mi :)

1 Şubat 2009 Pazar

TATİL GÜNLÜĞÜ

Sömestr tatilimizin ilk yarısını geride bıraktık bile…

Her tatilde en az üç-beş günümüzü, uzak ya da yakın ama ille de şehir dışında geçirmeye; çekirdek ailemizle herkese ve her şeye kısa bir mola vermeye fena alışmışız:) Bu sefer çeşitli sebeplerle şehir dışına kaçamayacağımız için başta biraz canımız sıkıldı doğrusu ama benim muhteşem “Neşeli Bursa Tatili” organizasyonumla keyifler yerine geldi :)

Öncelikle Bursalı Anneler’le birlikte gidemediğimiz ama kuzucuklarımızın mutlaka görmesini istediğimiz Osmangazi Belediyesi’nin Sahipsiz Hayvanlar Doğal Yaşam ve Tedavi Merkezi’ni ziyaret ettik. Hava hem yumuşak hem de mis gibi, ışıl ışıldı.

Atları, kedileri, köpekleri, tavşanları, keçileri ziyaret ettik. Tavşanları kucakladık… Kedi evlerine, yavrulu anne bakım ünitesine (iki köpüş vardı, yeni doğum yapmış, loğusa yatağına kurulmuş, tebrikleri kabul eden :)), evcil hayvan mezarlığına, çocukların yorgunluktan bayılana kadar koşturdukları yemyeşil, geniş, harikulade alana ve tabii ki muhteşem manzaraya hayran kaldık.

Merkezin kurucularından personeline kadar emeği geçen herkesi hayranlıkla, takdirle, içtenlikle kutladık… İsteyince oluyormuş dedik:) Bursa’mızla ve insan-hayvan ayırt etmeksizin hizmet edenlerle gurur duyduk. İnşaallah bu hizmeti gereksiz bir yatırım, paraları çar çur etme olarak algılayan şuursuz, basiretsiz bir yönetim/başkan gelmez başımıza diye dua ettik…

*****
İkinci etkinliğimiz yine Osmangazi Belediyesi Akpınar Kültür ve Sanat Merkezi’nde her Çarşamba saat 10’da izleyebileceğiniz Çocuk Oyunu Çevreci Kuklalar idi. Bu tiyatro etkinliği tarafımdan baba ve oğullarıyla birlikte izlenecek şekilde organize edilip arada bana kalan birkaç saatin, çokkkk uzun süredir görülmeyen bir dost ziyareti, keyifli bir kahve molası olarak değerlendirildi:)))

*****
Üçüncü etkinliğimiz, kısa süre önce gelin edilmiş olan kardeşimin evinde kahvaltıyla başlayıp gece oturması şeklinde tamamlanan uzuuuun ve harika bir gün oldu.
Kuzucuklarım çok sevdikleri teyzoşlarıyla düğünden sonra ilk kez bu kadar geniş vakit geçirdiler, o kadar mutluydular ki gün boyunca gık bile demeyerek gerçek bir kuzuya dönüştüler:) Teyzoşun çok özlenen pastalarından biri küçük kuzunun da katkılarıyla hazırlanırken büyük kuzu çok sevdiği mor odada, yeni oyuncağıyla sefasını sürdü :)



Ve…
Pazar…

Bursalı Anneler’in süper kahvaltılarından biri daha gerçekleştirildi ve yine çokkkk uzun süredir görüşülemeyen ve eski dostlarla hasret giderildi, taze Bursalı Anneler ve kuzularıyla tanışıldı, memnun olundu :)

Çocuklar için ayrılan kocaman oyun alanı, oyun alanındaki Pamuk Prenses, bir ağlayıp bir gülen kuzucukların sesleri ve birbirinden leziz mamalar eşliğinde harika bir buluşma gerçekleştirdik. (Ah bir de yediklerimi burnumdan getiren sigara dumanı olmasaydı!!! Temmuz’a kadar ya Sabır! Temmuz’dan sonra yaktım sizi bilesiniz :)

Vel hasıl Aile boyu, neşeli, lezzetli, bol sohbetli, cıvıl cıvıl bir günle sömestrin ilk haftası etkinlikleri tamamlandı:)

Tatilin kalan kısmında da hepimiz için sağlıklı, huzurlu, neşeli, renkli, bol etkinlikli günler diliyorum :)